Fark Serisi – II: Baba, Anne ve Sınır
- Ayça Özbatır

- 13 Kas
- 3 dakikada okunur
(Fark Serisi’nin ilk yazısı “Nesil ve Cinsiyet Farkının Silinişi”ni okumak için tıklayın )

“Sınır, bazen sevginin biçimidir.”
Baba’nın Yasası: Yönü Gösteren Sınır
Freud’un temellendirdiği, Lacan’ın dilin yapısına yerleştirdiği “Baba Yasası”, çocuğu annenin alanından ayıran, farkı kuran bir işlevdir. Yasak nedir? Bu yasa, yalnızca yasak koymakla ilgili değildir. Yasak kelimesinin anlamı; 'bir işin yapılmasına karşı olan engeldir yani sınırdır.
Asıl anlamı, çocuğa yön ve sınır kazandırmaktır.
Baba figürü — biyolojik baba olmak zorunda değildir — bir simgesel işlevdir.
Çocuğa dünyanın bir düzeni olduğunu, her isteğin anında gerçekleşemeyeceğini öğretir.
Bu sınır, çocuğun iç dünyasında “doyum” değil “arzu”yu, “keyif” değil “yaratıcılık” alanını doğurur.
Bugün bu yasa sessizleşiyor, silikleşiyor.
Ebeveynler çocuklarına arkadaş gibi davranıyor; “yasak” kelimesi yerini “istek”e bırakıyor.
Ama yasa kaybolduğunda, çocuk sınırın güvenliğini değil, sınırsızlığın kaygısını öğreniyor.
“Yasa yoksa arzu yönsüzleşir; sınır yoksa özgürlük anlamını kaybeder.”
Anne’nin Alanı: Bağ, Tutma ve Ayrışma
Anne, dünyayla ilk ilişkidir.
O, hem barınak hem ayna, hem tutan hem de yutan figürdür.
Winnicott’un dediği gibi, “yeterince iyi anne” çocuğu hem tutar hem de yavaşça bırakır.
Ama baba yasasının sessizleştiği yerde, anne–çocuk bağı bazen fazlaca birleşir.
Aralarındaki fark silinir; çocuk annenin arzularının uzantısına dönüşür.
Beden, duygular, hatta seçimler iç içe geçer.
Psikanalitik düzeyde bu, “füzyonel ilişki”dir — ayrı ama bir, bir ama ayrı olamamak.
Çocuk büyüdüğünde bile, kendi kararlarını alırken içeriden bir ses belirir:
“Annem bunu ister miydi?”
Bu ses, anneyle ayrışmanın tamamlanamadığı yerdir.
Sınır: Sevginin Biçimi
Sınır koymak, sevgiyi azaltmak değildir.
Tam tersine, sevginin biçimini verir.
Ebeveyn “hayır” dediğinde, aslında çocuğa “sen varsın” demektedir.
Çünkü sınır, hem ebeveynin hem çocuğun öznelliğini korur.
Ama günümüzde “reddedilme korkusu” bu alanı daraltıyor.
Ebeveyn, çocuğunun sevgisini kaybetmemek için yasayı yumuşatıyor.
Oysa yasa, sevgiyi yok etmez; onu taşır.
Sınır, sevginin karşıtı değil;
sevginin biçimidir.
Farkın Korunması: Gerçek Yakınlığın Alanı
Ne baba yalnız yasa olmalı, ne anne yalnız sıcaklık.
Çocuk her ikisine de ihtiyaç duyar:
Yasayı koyan baba işlevi, alanı tutan anne işlevi.
Biri yön verir, diğeri o yönü taşır.
Bu iki işlev arasında kurulan fark, çocuğa nefes alanı kazandırır.
Ve yetişkin olduğunda da, bu farkı içinde taşır:
Sınırı koruyarak sevebilme, yakınlığı boğmadan sürdürebilme kapasitesi.
Düşünmek İçin
Çocuğunuz size itiraz ettiğinde onu kaybetmiyorsunuz;
onu kendinizden ayırıyorsunuz, ayrıştırıyorsunuz.
Ve o ayrım, bir gün onun özgürlüğüne, dönüşecek.
Fark, ilişkilerde mesafe yaratmaz; alan yaratır.
O alan, hem kendimizi hem karşımızdakini duymamız için gereklidir.
Yetişkin İlişkilerinde Sınırın İzleri
Çocuklukta anne ve baba işlevleriyle kurduğumuz ilişki, yetişkinlikte sevme ve sevilme biçimimize sessizce taşınır.
Sınırın, yönün ve farkın olduğu bir evde büyüyen çocuk, yetişkin olduğunda yakınlıkla boğulmaz; mesafeyle de korkmaz.
Ama sınırın kaybolduğu, anne–çocuk bağının ayrışmadan sürdüğü ya da baba işlevinin sessiz olduğu evlerde, yetişkinlikte şu örüntüler sık görülür:
Yakınlık–Füzyon Karışıklığı
Aşırı yakınlık, çoğu zaman sevgi sanılır.
Partnerle “bir olmak” arzulanır çünkü ayrı olabilme kapasitesi erken dönemde gelişmemiştir.
Bu durumda ilişki nefes almaz; her şey fazla “iç içe” olur. Hep birlikte hareket etmektir.
“Sen neysen ben de oyum.”
Bu cümle romantik gibi dursa da, psikanalitik olarak bir ayrışamama işaretidir.
Ayrılık Kaygısı ve Terk Edilme Korkusu
Anneyle sınırın kurulamadığı çocukluklarda, yetişkinlikte partnerden ayrılma düşüncesi bile yoğun kaygı yaratır.
Partnerin uzaklaşması tehdit gibi algılanır; mesafe “terkedilme” olarak okunur.
Yakınlık idealize edilir, mesafe katastrofikleşir. Yakınlığın kaybedilebileceği düşüncesi, kişiyi partneri tutmak için her yola başvurmaya iter.
Takip etmek, partnerin ne yaptığını sürekli bilme ihtiyacı, mesajları kontrol etme isteği, ani şüphelenmeler…
Tüm bunlar sadece patolojik bir kıskançlıktan değil, mesafenin yokluk gibi, kaybın felaket gibi yaşandığı içsel bir yerden doğar. Aslında kişi partnerini değil, kendi içindeki o “ayrışamamış çocuğu” tutmaya çalışıyordur.
Sınır Koyamama: Hayır'ın Kaybı
Sınır koyamayan çocuk, yetişkin olduğunda da ilişkide kendi alanını koruyamaz.
Partnerin beklentilerine sürekli uyumlanır; “hayır” demek suçluluk gibi hissedilir.
Oysa hayır, ilişkide benliğin görünür olduğu çizgidir.
Hayır demek ilişkiyi zayıflatmaz; sağlamlaştırır.
Aşırı Mesafe veya Aşırı Uyum — İki Uç, Tek Kök
Kimi yetişkin yakınlığı yönetemediği için ilişkiye fazla mesafe koyar,
kimi ise yakınlığı sağlamak için fazla uyumlanır.
Bu davranışlar birbirinin zıttı gibi görünse de, kökleri aynıdır:
farkı koruyarak sevme kapasitesinin eksikliği.
Olgun Sevgi: Ayrı Kalabilen Yakınlık
Psikanalitik olarak yetişkin ilişkilerindeki olgun sevgi,
“hem yakın hem ayrı” kalabilme kapasitesidir.
Anne’nin sıcaklığından,
Baba’nın sınırından içselleştirilen bu iki işlev,
yetişkin ilişkilerinde şöyle görünür:
yakınlık boğmaz,
mesafe korkutmaz,
sınır tehdit edilmez,
arzu yönsüzleşmez.
Olgun ilişki, farkı taşıyabilen ilişkidir.
Ne iç içe boğucu,
ne uzak soğuk…
Birlikte ama ayrı; ayrı ama yakın.
Düşünmek İçin
Çocuklukta kuramadığımız sınır, yetişkinlikte ilişkilerimizin içinde tekrar eder.
Farkı koruyabildiğimizde hem sevgi nefes alır hem benlik görünür hale gelir.
Fark, ilişkide mesafe yaratmaz; alan yaratır.
O alan, hem çocuk–ebeveyn bağında, hem de yetişkin ilişkilerinde “biz”i mümkün kılar.


Yorumlar