Boşlukta Kalabilmek: Yaratıcı Alanın Sessizliği
- Ayça Özbatır

- 21 Eki
- 1 dakikada okunur

“Boşluk, bazen bir kaybın değil, henüz gerçekleşmemiş bir şeyin habercisidir.”
— Ayça Baysal Özbatır
Boşluk çoğu insan için rahatsız edicidir.
Sanki bir şey eksikmiş, bir şey yanlış gitmiş gibidir.
Oysa psikanalitik açıdan boşluk, çoğu zaman yaratıcı bir alanın doğum öncesi sessizliğidir.
Winnicott’un “potansiyel alan” dediği bu yerde, henüz biçim kazanmamış hisler, imgeler ve düşünceler nefes alır.
Ruhsallık, tam da o boşlukta yeni bir anlamın doğumuna hazırlanır.
Boşluk, kayıpların ardından oluşan bir yokluk değil,
ruhun kendisiyle baş başa kalabildiği bir potansiyel alandır.
Tıpkı çocukla annenin arasındaki o ilk sessiz alanda olduğu gibi…
Ne tam birleşmiş, ne de tamamen ayrılmış.
O alan, hem oyun, hem düşünce, hem de kimliğin köküdür.
Yaratıcılığın ve içsel özgürlüğün ilk tohumları da orada atılır.
Ama ruhsallığımız o boşlukta kalmayı her zaman kolayca başaramaz.
Çünkü boşluk, kontrolün kaybını da hissettirir.
Bir yanda belirsizlik, bir yanda olasılık.
Kimi zaman kişi o alanı dayanılmaz bulur,
ve hemen doldurmak ister: bir ilişkiyle, bir meşguliyetle, bir sözle…
Oysa psikanalitik gelişim, boşlukta kalabilme kapasitesinin olgunlaşmasıyla mümkündür.
Boşlukta kalabilen ruhsallık, yavaşça kendi iç sesini duymaya başlar.
O sessizlikte, henüz doğmamış bir benliğin izleri belirir.
Hiçbir şey yapmamanın, bir şeyin olmasına izin vermenin sihri…
Terapötik alanda da böyledir:
Konuşulmadığında bile, bir şey olur — içsel bir oluş, bir temasa dönüş.
Bazen sessizlikten sonra, geriye sadece boşluğun yankısı kalır.
Ve oradan, yeni bir hayat sessizce başlar.
Ayça Baysal Özbatır


Yorumlar